…MYAKHİSAR FORUMA HOŞGELDİNİZ…

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
…MYAKHİSAR FORUMA HOŞGELDİNİZ…

...AKHİSAR İMPARATORLUĞU...


    Bir İMTİHAN sonucu ortaya çıkan muhteşem "İMAN-İTAAT ve TESLİMİYET"

    avatar
    Misafir
    Misafir


    önemli Bir İMTİHAN sonucu ortaya çıkan muhteşem "İMAN-İTAAT ve TESLİMİYET"

    Mesaj tarafından Misafir C.tesi 24 Ocak 2009, 03:37

    100- Rabb'im bana iyilerden olacak bir çocuk ver.

    101- Biz ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik.

    102- Çocuk onun yanında koşma yaşına gelince ona; "Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir düşün ne dersin? Çocuk; "Babacığım sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın " dedi.

    103- İkisi de Allah'a teslimiyet gösterip babası, oğlunu alnı üzerine yere yatırınca. (saffat 100-103)

    Hz. İbrahim şu ana kadar gerçekten bitip tükenmez bir yalnızlık içinde idi. Akrabalık, arkadaşlık ve tanışıklık bağlarını geride bırakıyordu. Hayatının geçmişinde alıştığı her şeyi, üzerinde büyüdüğü şu toprağa kendisini bağlayan her şeyi, o toprak üstünde yaşayan ve kendisini ateşe atan kavmi ile yol ayrımına geldiği şu toprağa kendisini bağlayan her şeyi geride bırakıyordu. Kendisine gittiğini açıkladığı Rabb'ine yöneliyordu. O'na yöneliyordu, O'ndan imanlı bir nesil, iyi bir evlat dilemek için O'na yöneliyordu.

    "Rabb'im bana iyilerden olacak bir çocuk ver."

    Yüce Allah, her şeyi geride bırakıp her şeyden soyutlanan ve temiz bir kalp

    ile kendisine gelen salih kulunun duasını kabul eder.

    "Biz ona yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik."

    Sözün gelişi ve surenin akışına göre bu oğul İsmail'dir. Rabb'inin kendisini "oğul" diye nitelediği İsmail'in uysallığının örneklerini ileride göreceğiz. Şimdi biz zihnimizde yapayalnız, bir başına bütün yakınlarından ve ailesinden kopmuş ve hicret etmiş olan İbrahim'in sevincini canlandıralım. Rabb'inin "uysal" diye nitelediği bu "oğul" müjdesi ile ne kadar sevindiğini bir düşünelim.

    Şimdi İbrahim'in hayatında yer alan eşsiz, büyük ve değerli bir tutuma göz atmamızın zamanı gelmiştir. Hatta bu tutum bütün insanlık hayatında eşsiz ve benzersiz bir tutumdur. Şu an, Kur'an'daki anlatılan hikâyenin eşsiz ifadesi ile, yüce Allah'ın müslüman ümmete vahy ettiği ve gözlerimizin önünde sergilediği, babaları İbrahim'in "örnek tutumu"nu öğrenmemizin zamanıdır.

    "Çocuk onun yanında koşma yaşına gelince İbrahim ona; `Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir düşün ne dersin?' Çocuk; `Babacığım, sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın' dedi."

    Aman Allah'ım! Bu ne hoş bir iman, itaat ve teslimiyettir! Bu, ailesinden ve yakınlarından kopmuş, toprak ve vatanından hicret etmiş bu yaşlı İbrahim, işte bu kişiye ihtiyarlığında kendisine bir oğul veriliyor. Uzun zamandır ümitle beklemişti onun gelmesini. Bu çocuk dünyaya gelince, Rabb'inin "uysal" diye nitelediği meziyete sahip bir "oğul" olarak dünyaya geliyor. İşte İbrahim'i izliyoruz.

    Tam oğluna alıştığında ve oğlu çocukluktan kurtulup da onunla birlikte koşma çağına eriştiğinde ve yaşantısında ona eşlik edebilecek çağa geldiğinde... Evet İbrahim ona tam alışıp bu biricik çocukla huzur bulduğu anda rüyasında oğlunu boğazladığını görür. Bu rüyanın Rabb'inden oğlunu kurban etmesi için bir işaret olduğunu anlar. Niçin? Tereddüt etmez. Aklına itaat ve teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet bu bir işarettir. Sadece bir işaret... Açık bir vahy değil, direkt bir emir de değil. Ancak Rabb'inden bir işaret... İşte bu yeter. Uymak ve boyun eğmek için bu yeterli. İtiraz etmeden, "Ya Rab! Biricik çocuğumu niçin boğazlayayım" diye Rabb'ine sormadan itaat için bu yeterli. Fakat İbrahim bu isteğe can sıkıntısı içinde uymuyor. Sabırsızlık göstererek teslim olmuyor. Gönül huzursuzluğu içinde boyun eğmiyor. Asla! Tutumunda görülen kabul, hoşnutluk, iç huzuru ve sükûnettir. Bütün bunlar, korkunç durumu acaip bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde görülüyor.

    "Yavrum! Ben uykuda iken seni kestiğimi görüyorum, bir düşün ne dersin?"

    Bu sözler sinirlerine hakim, yüzyüze geldiği emrin hak olduğundan emin, görevini yaptığına güvenen bir insanın sözleridir. Aynı zamanda bu sözler, karşılaştığı emir kendini korkutup da, acele ve telaşla bir an önce ondan kurtulmaya ve işi bitirmeye çalışan ve işin sinirlerinin üzerindeki baskısını atıp rahata ermeye çabalayan bir kimsenin sözleri değildir.

    Durum gerçekten zordur. -Bunda hiç şüphe yoktur- Kendisinden biricik oğlunu savaşa göndermesi istenmiyor. Ondan oğlunun hayatına mal olacak bir şeyi oğluna emretmesi de istenmiyor. Ondan bu işi bizzat kendisinin yapması isteniyor. Bizzat neyi yapacak? Oğlunu boğazlayacak. O -bununla birlikte- emri bu şekilde karşılamakta, oğluna bu teklifi götürmekte, oğlundan kendi durumunu iyice düşünmesini ve bu konuda görüşünü bildirmesini istemektedir.

    İbrahim Rabb'inin işaretini yerine getirmek için oğlunu aldatmaya başvurmuyor. Aksine, oğluna bu emri alışılmış bir emir gibi sunuyor. Zaten bu emir, İbrahim e göre diğer emirler gibidir. Rabb'i istiyor... Rabb'inin istediği olsun. Baş ve göz üstüne... Oğlu bunu bilmeli. Emri zorla ve mecbur ederek değil itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeli. Böylece o da, itaatin karşılığını elde etmeli, o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını tatmalı. İbrahim, kendisinin tatmış olduğu itaatin tadını oğlu da tatsın istiyor. Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı o da elde etsin istiyor. Babasının görmüş olduğu rüyayı tasdik etmek için boğazlanma teklif edilen çocuk ne durumdadır? Oğul, kendisinden önce babasının yükseldiği ufka yükselmekte. "Çocuk. Babacığım, sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın' dedi." Oğul, emri sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor, fakat bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor. "Babacığım" bu sözde sevgi ve yakınlık var... "Boğazlanma" durumu, onu huzursuz etmiyor; korkutmuyor ve doğru yolu kaybetmesine yol açmıyor. Hatta terbiye ve sevgisini bile sarsmıyor. "Sana emredileni yap." Babasının kalbinin hissettiklerini o daha önceden hissediyor. Rüyanın işaret olduğunu hissediyor. Bu işaretin de bir emir olduğunun farkında. Bu kadarı tereddütsüz, hileye sapmadan ve şüpheye düşmeden emri yerine getirmek ve emre uymak için yeterli. Sonra bu söz Allah'a karşı edebtir. Bu, kendi gücünün sınırını ve dayanma gücünün hududunu bilmektir. Bu güçsüzlüğüne karşı Rabb'inden yardım dilemektir. Ve kurban olurken; itaat ederken bu gücü asıl verenin Allah olduğunu bilmektir. "İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın dedi." Oğul, kahramanlık, cesaret gösterisiné kalkışmamış, umursamaksızın tehlikeye atılmamıştır. Kendi şahsında ne gölge ne hacim ne de bir ağırlık görmemiştir. Bütün yaptığı, kendisinden yüce Allah'ın dilemiş olduğu şeylere, Allah'dan yardım görmüşse ve ona sabır gücü vermişse bütün üstünlüğü Allah'a bağlamaktır. "İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." Allah'a karşı ne güzel bir edeptir bu! Ne hoş bir iman, ne şerefli bir itaat ve ne büyük bir teslimiyettir bu!

    İlahi sahne burada söz ve diyalogtan sonra bir adım daha atmaktadır. Emrin uygulanması adımını atmaktadır.

    İkisi de Allah'a teslimiyet gösterip babası, oğlunu alnı üzerine yere yatırınca:

    Bir kez daha, insanoğlunun adet edindiği şeylerin arkasından itaatin şerefi, imanın büyüklüğü, hoşnutluğun iç huzuru yükselmekte. Baba gidiyor, oğlunu şakağı üzerine yatırıp hazırlıyor, oğul teslim olmuş, yüz çevirmiş olmamak için kıpırdamıyor. Durumları apaçık ortaya çıkıyor. İkisi birden teslim olmuşlar. İşte "İslam" budur. İslamın aslı budur. Güven, boyun eğme, iç huzur, hoşnutluk, teslimiyet, uygulama... İkisinin birden içlerinde sadece bu duygular var. Ancak büyük imanın doğurduğu bu duygular.

    Bu, cesaret ve kahramanlık değil. Atılganlık ve cüret değil. Savaş meydanında mücahit atılganlık yapabilir, ölürler ve öldürülürler. Bir fedai artık dönmeyeceğini bile bile atılganlık yapabilir. Fakat bütün bunlar başka, İbrahim ile İsmail'in burada yaptıkları şey başkadır. Ortada ne akan kan vardır, ne itici kahramanlık ve ne de geri dönme ve acizlik korkusu. Gizli olan acele ile atılganlık vardır. Bu ancak bilinçli, şuurlu, yönelen, arzu eden, ne yaptığını bilen, olup bitene karşı iç huzuru taşıyan bir teslimiyettir. Hayır, hayır! Aksine ortada, sakin bir hoşnutluk, tadı müjdelenmiş bir itaat ve onun hoş lezzeti vardır.

    İşte burada İbrahim ve İsmail görevlerini yerine getirmişlerdi. Emir ve teklifi uygulamışlardı. Artık geriye, İbrahim'in İsmail'i boğazlaması, kanını akıtması ve canını alması kalmıştı. Bu da yüce Allah'ın ölçüsünde hiçbir şey ifade etmezdi. İbrahim ve İsmail o ölçüye Rabb'lerinin kendilerinden istemiş olduğu bütün ruhlarını, azimlerini ve duygularını koyduktan sonra bunun bir değeri yoktu.

    İmtihan bitmişti. Gerçekleşmişti. Sonuçları ortaya çıkmıştı. Hedefleri gerçekleşmişti. Geriye sadece bedensel bir acı eksik kalmıştı. Sadece kan akmamıştı. Kesilmiş bir ceset yoktu. Allah'ın imtihan etmekteki hedefi insanların canını yakmak değildi. Onların kanlarından ve cesetlerinden bir beklentisi yoktu. Kullar Allah'a samimi olduklarında, bütün benlikleri ile görevlerini yapmaya hazır olduklarında o görevi yerine getirmiş olurlar. Teklifi gerçekleştirmiş olurlar ve imtihanları başarı ile vermiş olurlar.

    Yüce Allah İbrahim ve İsmail'in doğruluklarını bilmişti. Böylece onları görevlerini yapmış, gerçekleştirmiş ve doğru olmuş saydı.

    104- Biz ona "Ey İbrahim " diye seslendik. ·

    105- Sen rüyayı doğruladın; biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız. ·

    106- Gerçekten bu apaçık bir imtihan idi. ·

    107- Ona fidye olarak büyük bir kurban verdik. (Saffat 104-107)

    Rüyana sadakat gösterdin ve onu eylem halinde gerçekleştirdin. Yüce Allah'ın istemiş olduğu, ancak boyun eğmek ve kendisine samimi bağlılıktır. Ancak bunun, gönülde Allah'dan başkasına yer olmayacak şekilde olması, onun emrinden başkasına değer verilmemesi ve O'ndan başkasına sevgi beslenmemesi şeklinde olması istenir. Söz konusu insanın ciğerparesi oğlu, canı ve hayatı da olsa... Ve sen -ey İbrahim- bunu yaptın. Her şeyi ve en değerli varlığını cömertçe verdin. Ve onu hoşnutluk içinde, sükûnetle, gönül huzuru içinde ve kesin bir imanla cömertçe sundun. Geriye et ve kandan başka bir şey kalmadı. Bunun yerine kurbanlık geçerlidir. Yani et ve kandan ibaret olan kurbanlık bunun yerine geçer. Yüce Allah teslim olan ve görevini yerine getiren bu nefsi kurtarır. Evet bunu büyük bir kurbanlıkla kurtarır. Derler ki: "Bu kurbanlık bir koçtu. İbrahim onu Rabb'inin iradesi ve yaratması ile İsmail'in yerine bedel olarak kesmek için hazır halde bulmuştu." İbrahim'e şöyle denilir: "Sen rüyayı doğruladın; biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız." Onları böyle bir imtihana sokarak mükafatlandırırız. Onları, kalplerini yönlendirerek ve vefakârlık seviyesine çıkararak mükafatlandırırız. Onlara, görevlerini yerine getirirken sabır, güç vererek ödüllendiririz. Böylece onları, hakettikleri ödüllerle ödüllendiririz.

    Böylece imanın gerçek yüzü, itaatin güzelliği ve teslimiyetin büyüklüğü için bir meşale olarak yükselen bu büyük olayın anısı olmak üzere, kurban kesme geleneği devam etmektedir. İslam toplumu, bu olayı inceleyip dinine uymuş oldukları, soyuna ve inanç sistemine mirasçı oldukları babaları İbrahim'in gerçek kimliğini tanır. Akidenin üzerinde durduğu veya dayandığı asıl karakterini kavrar... Akidenin asıl karakterinin, hoşnutluk içinde güvenle ve O'nun çağrısına uyarak Rabb'ine "Niçin?" diye sormadan, O'ndan ilk işaret ve ilk emir gelir gelmez O'nun iradesini gerçekleştirmede hiç tereddüt etmeden nefsinde kendine hiçbir pay çıkarmadan, Rabb'ine sunacağı şeyin "metod ve şekli"nin seçimini kendi yapmaksızın, Rabb'i kendisine nasıl sunulmasını istiyorsa, öyle davranarak "Allah'ın takdirine teslimiyet" olduğunu öğrenir... Sonra İslam toplumu, bu olayı inceleyerek, Rabb'lerinin "imtihan"la kendilerine azap vermek ve "bela" ile canlarını yakmak istemediğini, O'nun asıl hedefinin kendisine boyun eğerek, çağrısına uyarak, ahdine vefa göstererek ve görevini yaparak, O'nun huzurunda ne ileri giderek ne de gevşek davranarak "teslimiyet içinde huzuruna gelmek" olduğunu öğrenir... Onların bu konudaki samimiyetleri belli olunca, canlarını feda etmekten ve acı çekmeden bağışlayacağını, sözlerini yerine getirmiş, görevlerini yapmış kabul edeceğini, yaptıklarını kabul edeceğini öğrenirler... Kendi yerlerine bedel kabul edip, canlarını kurtaracağın, babaları İbrahim'e ikram ettiği gibi onlara da ikram edeceğini öğrenirler.

    108- Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık. ·

    109- "İbrahim'e selâm olsun. " ·

    110- İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız. ·

    111- Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı. (saffat 108-111)

    İbrahim nesiller ve asırlar boyu anılmaktadır. O bir ümmettir. O peygamber babasıdır. O, şu müslüman milletin babasıdır. Bu müslüman millet, O'nun dinine mirasçıdır. Yüce Allah bu millet için ve onların üzerine İbrahim'in dini üzere insanlığın yönetimini farz kılmıştır. Ve bu yönetimi, kıyamete kadar İbrahim'in çocuklarına ve soyuna yüklemiştir.

    "İbrahim'e selâm olsun."

    Rabb'inden selâm ona... Rabb'inin ebedi Kitab'ında yazılı ve büyük varlığın her köşesine nakşedilen selâm ona...

    "İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız."

    Böylece onları, bela ve vefa ile, anılmakla ve selâmla ve ikram ile ödüllendiririz.

    "Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı."

    Bu, imanın karşılığıdır, öbürü ise açık bir imtihanla ortaya çıkan "aslı"dır. Sonra Rabb'i, İbrahim'e ihtiyarlık çağında İshak'ı bahşederek bir kez daha fazlı ve nimeti ile tecelli ediyor. Ona da İshak'a da hayır ve bereket veriyor... Ve İshak'ı salih peygamberler kafilesine katıyor...

    112- Biz ona iyilerden bir peygamber olacak İshak'ı müjdeledik.

    113- Kendisini ve İshak'ı kutlu ve bereketli kıldık. Her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, açıkça kendisine zulmeden de olacaktır. (saffat 112-113)

    Bunların arkasından arka arkaya nesilleri gelir. Fakat bu nesillerin onlara varis olması kan ve nesep varisliği değil, ancak din ve inanç sistemi varisliğidir. Uyup tabii olan iyi hareket etmiş, uymayıp yüz çeviren ve dönen zalim olmuştur, kendisine ne yakın ne de uzak nesebi yarar sağlamaz.

    "Her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi açıkça kendisine zulmeden de olacaktır."

    SEYYİD KUTUB (FİZİLAİ'İL KUR'AN'DAN)
    avatar
    Misafir
    Misafir


    önemli Geri: Bir İMTİHAN sonucu ortaya çıkan muhteşem "İMAN-İTAAT ve TESLİMİYET"

    Mesaj tarafından Misafir C.tesi 24 Ocak 2009, 09:54

    Çok güzel bir paylaşım.Teşekkürler

      Forum Saati C.tesi 23 Kas. 2024, 18:17